Bireysel Psikoterapi

Bireysel Psikoterapi

BİREYSEL PSİKOTERAPİ 

  1. KİŞİLİK BOZUKLUKLARI
    1. NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    2. BORDERLINE (SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    3. ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    4. ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    5. PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    6. HİSTRİONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    7. ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    8. ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    9. OBSESİF KOMPULSİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    10. BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU
  2. YEME BOZUKLUKLARI
    1. ANOREKSİYA NERVOZA
    2. BULİMİYA NERVOZA
    3. TIKANIRCASINA YEME BOZUKLUĞU
  3. YAS SÜRESİ
  4. DEPRESYON
  5. ANKSİYETE BOZUKLUKLARI VE FOBİLER
    1. ÖZGÜL FOBİ
    2. SOSYAL FOBİ
    3. AGORAFOBİ
    4. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK
    5. TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
    6. PANİK ATAK
    7. PANİK BOZUKLUĞU
  6. ÖFKE KONTROLÜ
  7. İLETİŞİM PROBLEMLERİ
  8. ERTELEME SORUNU
  9. KENDİNİ TANIMA, SEVME, KİŞİSEL GELİŞİM
  10. İŞ YERİ STRESİ VE MOBBING
  11. HİPOKONDRİYAZİS (HASTALIK HASTALIĞI)
  12. İLİŞKİ PROBLEMLERİ
  13. ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ

BİREYSEL PSİKOTERAPİ 

  1. KİŞİLİK BOZUKLUKLARI
    1. NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu kişiler kendi kendilerini veya kendilerinin uzantısı olarak gördüğü kişileri veya uzantısı olduğu kişileri idealleştirir. Her yerde ve her zaman “en iyi” kendileri olmalıdır. Bunu açıkça ifade etmiyor olsalar dahi içlerindeki bir ses bunu söylüyordur. Bunun asıl sebebi derinlerde bir yerlerde kendilerini kuşatan değersizlik, yetersizlik ve utanç duygularını kapatmaktır. İçlerindeki bu olumsuz duygularla ve boşlukla çeşitli baş etme yöntemleri bulurlar. Bazen bu somutlaştırılarak hipokondriyak endişelere veya benzer semptomlara dönebilir.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu gösteren bazı kişiler diğerlerini “değersizleştirerek” kendilerini iyi hissederler. Çünkü bölme mekanizmasının etkisiyle ancak diğer insanlar “kötü” olursa kendileri “iyi” olacaktır.

Yine,  bu insanlar içtenlikle pişmanlık ve şükran duymazlar. Çoğunlukla haset duygusunun etkisinde kalırlar. Buna ek olarak sevme kapasiteleri yeterince gelişmediği için ilişkileri yüzeysellik içerir. Başka insanlardan çabuk sıkılırlar ve sürekli bir takdir ve onay ihtiyacı hissederler. Yeteri kadar takdir görmedikleri zaman kırılırlar. Kırılma eşikleri çok düşük olduğu için kırılmamak üzere davranışlarını ayarlarlar. Kendilerini umursamadığını düşündükleri kişileri aşağılayıp kendilerine hayran olanları yüceltebilirler.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu gösteren kişilerde mükemmeliyetçilik olabilir. Mükemmel olmadıkları zaman yetersiz olduklarını düşündükleri için hemen kırılma yaşayıp “ya hep ya hiç” şeklinde düşünebilirler.

    1. BORDERLINE (SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Dünyada görülme sıklığı %2 civarı olan ve sıklıkla kadınlarla görülen Borderline (sınırda) Kişilik Bozukluğu olan kişilerin geçmişinde çoğu zaman ihmalkarlık, küçük yaşta ebeveyn kaybı, fiziksel veya cinsel kötüye kullanım öyküsü olur.

Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerin duygularını sabitleştirmesi oldukça zordur. Bu kişiler ilişkilerinde tutarsızlık yaşarlar. Birini birden idealleştirip, yine aynı kişiyi birden değersizleştirebilirler. Duyguları ve dolayısıyla düşünceleri çok değişkendir ve ilişkide bulundukları insanları yorarlar. Borderline kişiler ilişkilerinde partnerlerine hem cenneti hem de cehennemi yaşatabilir.

Sevinçlerini ve üzüntülerini uçlarda yaşayan bu kişiler terk edilmekten ve yalnız kalmaktan çok korkarlar. Dürtüsel davranışları olabilir (aşırı seks, alkol, yemek yeme, alışveriş yapma gibi). İleri derecede sınırda kişilik bozukluğu olanlarda intihar eğilimi görülebilir. Bu eğitim bazen manipülasyon amaçlıdır. 

Diğerlerini değerlendirirken tutarsız olan bu kişiler kendilerini değerlendirirken de benzer bir tutum sergilerler. Bazen kendilerini çok iyi hissedip, bazen yerin dibine geçirirler. 

Borderline Kişilik Bozukluğu olan kişiler öfkelerini kontrol etmekte zorlanıp öfke patlamaları yaşayabilir. Bir süre sonra da yoğun bir suçluluk duygusu içerisinde yüzebilirler. 

Stres dönemlerinde paranoid ve psikotik tutum sergileyebilirler.

    1. ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Erkeklerde daha sık görülen bu durumda kişiler ilişkilerinde sürekli bir mesafe ayarı yaparlar. Yani ilişkilerinde doğal olamazlar. Ne kadar yakınlığın veya uzaklığın gösterilmesi gerektiğini mekanik olarak hesap etmeye çalışırlar. Tepkisel değillerdir. Özgür olmayı, başkalarına muhtaç olmaya tercih ederler. Ancak özgür olmak, yalnız kalmak demektir. İç dünyaları oldukça derin olmasına rağmen kendilerini ifade etmekte çok zorlanırlar. Kendi kendilerine yetme fantezileri vardır.

DSM V’e göre aşağıdakilerden dördü (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, toplumsal ilişkilerden kopma ve kişilerarası ortamlarda duygularını kısıtlı gösterme, yaygın örüntüsü: 

1. Ailenin bir üyesi olmak da içinde olmak üzere, ne yakın ilişkilere girmek ister, ne de yakın ilişkilerden hoşlanır. 

2. Neredeyse her zaman tek başına etkinlikte bulunmayı yeğler.

3. Bir başkasıyla cinsel yakınlaşmaya, duysa bile, çok az ilgi duyar.

4. Alsa bile, çok az etkinlikten zevk alır.

5. Birinci derece akrabaları dışında yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur. 

6. Başkalarının övgülerine ya da yergilerine aldırmaz. 

7. Duygusal olarak soğuktur, kopuktur ya da tekdüze bir duygulanımı vardır.

    1. ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bazı araştırmalar antisosyal kişilik gösteren kişilerdeki saldırganlığın biyolojik altyapısı olabileceğine dikkat çekiyor. Müzik dinlemek, arkadaşlarla sohbet etmek veya gezmek çoğu insan için iyi hissetme sebebiyken, antisosyal bir kişi iyi ve canlı hissetmek için daha vahşi uğraşlar bulabiliyor.. Cinsel yaşamlarında sadistik eğilimleri olabilir. Antisosyal kişilikler karşısındakilere empati duymazlar, duyuyor gibi görünseler bile çıkar amaçlıdır. Örneğin, karşı tarafa zarar vermek amaçlı görünüşte sıcak davranarak vurucu hamle için uzun süre bekleyebilirler.

Antisosyal insanlar öfkelendiklerinde öfke hariç hiçbir duygu hissedemezler ve öfkelerini düzgün bir şekilde söze dökemezler. Bunun yerine öfkelerini karşı tarafa zarar vererek, eyleme vurarak gösterirler. Yani kendi olumsuz duygularının yükünü taşıyamadıkları için karşı tarafa “atarlar”. Bu yüzden aileleri haricinde uzun süreli ilişkiler yürütemezler.

Aslında bebeklik ve çocukluk çağlarında ebeveynleri tarafından ruhsal olarak hiç anlaşılmamış, eşya gibi görülmüşlerdir. İşte bu yüzden empatiyi hiçbir zaman öğrenememişlerdir. Ne demek eşya gibi görmek: maddi ihtiyaçları kısmen karşılansa bile duygusal ihtiyaçları karşılanmamış demek… Bir kız çocuğuna top istemesine rağmen bebek almak gibi… Böyle olunca çocuk kendini güçsüz hissediyor, karşı tarafın kendisini dinlemesi için tek yol karşı tarafı da eşya gibi görmek oluyor. Yani ancak karşı tarafı kontrol altına aldığı müddetçe kendi değerini besleyebiliyor.

İşte bu sebepten antisosyal bir kişi için gerçekten sevmek, aşık olmak neredeyse imkansız. Aşık olmak demek ötekinin kontrolü altına girme ihtimali demek, savunmasız kalmak demek çünkü…

Buna ek olarak antisosyal kişilerin genellikle tutarsız ebeveynler tarafından yetiştirildiğini görüyoruz. Mesela herhangi bir çocuğun yapabileceği bir davranış için aşırı cezalandırma, ailelerin genellikle yasakladığı davranışlardan birini ödüllendirme gibi… Cezalar genellikle aşırı sert oluyor. Antisosyal kişiliklerin anne-babaları da genellikle ruhsal olarak sağlıklı olmuyor.

 

    1. PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Kimseye güvenemeyen bu kişiler genellikle huzursuzdur ve diğerlerinin kusurunu arar, kendilerine düşmanlar yaratırlar. Mesafeli ve ciddi görünürler. Kendi fantezilerindeki tehlikelere sanki gerçekmiş gibi inanarak tedbirler alırlar. Çoğunlukla yakın ilişkilerinde sorun yaşarlar. Kıskançlık ve güvensizlik hisleri yoğundur. En temel duyguları olan korkuyu dışarıya yansıtırlar.

DSM V’e göre aşağıdakilerden dördü (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlamak gibi, başkalarına karşı duyulan genel bir güvensizlik ve kuşkuculuk:

1. Yeterli bir temele dayanmadan, başkalarının kendisini sömürdüğünden, kendisine kötülük yaptığından ya da kendisini aldattığından kuşkulanır.

2. Arkadaşlarının ya da çalışma arkadaşlarının kendisine olan bağlılıkları ya da güvenilirlikleriyle ilgili yersiz kuşkularla uğraşıp durur.

3. Söylediklerinin kendisine karşı kullanılacağı korkusuyla başkalarına açılmak istemez.

4. Sıradan sözlerden ya da olaylardan, aşağılama ya da göz korkutma anlamı çıkartır.

5. Sürekli kin besler (aşağılamaları, incitmeleri ya da saygısızlıkları bağışlayıcı değildir).

6. Ortada bir neden yokken, başkalarının kimi davranışlarını, kişiliğine ya da saygınlığına bir saldırı olarak algılar ve bunlara, birden öfkeyle karşılık verir ya da karşı saldırıya geçer.

7. Eşinin ya da cinsel birliktelik yaşadığı kişinin, kendisine bağlılığıyla (sadakatıyla) ilgili, yineleyici, yersiz kuşkuları vardır.

    1. HİSTRİONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Histrionik Kişilikler ilgi uyandırır ve dikkatleri üzerlerine çekmekten çok hoşlanırlar. İnsanlar tarafından fark edildikleri sürece kendilerini iyi hissederler. Bu sebepten fark edilmek için yaptıkları aşırıya kaçan davranışları olur. Haz almaları gecikir veya istediklerini alamazlarsa huzursuz olurlar. Bu kişiler uzun süreli ilişkiler yerine heyecanlı ve kısa süreli ilişkileri tercih edebilir.

DSM V’e göre aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) İle belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, aşırı duygusallık ve ilgi çekme arayışı ile giden yaygın bir örüntü:

1. İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur.

2. Başkalanyla olan etkileşimleri, cinsel yönden, ayartıcı, kışkırtıcı ya da baştan çıkartıcı, uygunsuz davranışlarla belirlidir.

3. Birden değişen, yüzeysel (sığ) duygular gösterir.

4. İlgi çekmek için sürekli olarak dış görünümünü kullanır.

5. Gereğinden çok etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun bir konuşma biçimi vardır.

6. Yapmacık davranır, gösteriş yapar ve duygularını abartılı gösterir.

7. Kolay etki altında kalır.

8. İlişkilerin, olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür.

    1. ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

DSM V’e göre aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, yakın ilişkilerde birden bir rahatsızlık duyma ve yakın ilişkiye girme yeterliğinin düşük olması ile kendini gösteren toplumsal ve kişilerarası eksikliklerin yanı sıra bilişsel ve algısal çarpıtmalar ve sıradışı davranışlar ile giden yaygın bir örüntü:

1. Alınma düşünceleri (alınma sanrılarını kapsamaz).

2. Altkültürel değerlerle uyumlu olmayan ve davranışları etkileyen, alışılagelmişin çok dışında inançlar ya da büyüsel düşünme (örn. Boş inançlar, geleceği görebilme gücü olduğuna inanma, uzaduyum [telepati] ya da “altıncı his”; çocuklarda ve gençlerde, olabilirliği olmayan düşlemler ya da düşünsel uğraşlar).

3. Olağandışı algısal yaşantılar, bunun içinde bedensel yanılsamalar da vardır.

4. Yadırganacak denli olağana aykırı düşünce ya da konuşma (örn. belirsiz, çevresel, eğretilemen [metaforik], çok ayrıntılı ya da basmakalıp).

5. Kuşkuculuk ya da kuşkucu düşünceler.

6. Uygunsuz ya da kısıtlı duygulanım.

7. Yadırganacak denli olağana aykırı, alışılagelmişin dışında ya da sıradışı davranış ya da görünüm.

8. Birinci derece akrabalarının dışında yakın arkadaşlarının ya da sırdaşlarının olmaması.

9. Yakınlaşmayla azalmayan aşırı bir toplumsal kaygıya, kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmelerden çok kuşkucu korkular eşlik eder.

    1. ÇEKİNGEN KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Çekinden Kişilik Bozukluğu olan kişiler davranışlarını sürekli kontrol altında tutmaya çalışır. Çünkü dışlanmaktan çok korkarlar. Dışlanmamak için uyumlu ve içine kapanık olabilirler. Kendilerini olumsuz şekillerde değerlendirirler ve dışlanmalarının sebebinin bu olduğunu düşünürler. Toplumdan uzak durmaları, toplumun da onlardan uzak durmasına yol açar ve bir kısır döngü şeklinde kendi kendine gerçekleştiren kehanete dönüşür.

DSM V’e göre aşağıdakilerden dördü (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, toplum içinde çekingenlik, yetersizlik duyguları ve olumsuz değerlendirilmeye aşırı duyarlılık ile giden yaygın bir örüntü: 

1. Eleştirilme, onaylanmama ya da dışlanma korkuları yüzünden, kişisel ilişki kurmayı gerektiren işle ilgili etkinliklerden kaçınır.

2. Seveceklerini kesin olarak bilmedikçe insanlarla ilişkiye girmek istemez. 

3. Utandırılacağı ya da alay edileceği korkusu yüzünden yakın ilişkilerde tutuk davranır. 

4. Toplumsal durumlarda, eleştirilme ya da dışlanma düşünceleriyle uğraşıp durur. 

5. Yetersizlik duygulan yüzünden yeni kişilerle bir arada bulunduğu ortamlarda çekingen davranır.

6. Kendisini toplumsal yönden beceriksiz, kişisel açıdan çekiciliği olmayan biri olarak ya da başkalarından aşağı görür. 

7. Utandırıcı olabileceği düşüncesiyle, kişisel birtakım girişimlerde bulunmayı göze alma ya da herhangi yeni bir etkinlikte bulunma konusunda genellikle isteksiz davranır.

    1. OBSESİF KOMPULSİF KİŞİLİK BOZUKLUĞU

DSM V’e göre aşağıdakilerden dördü (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, esnekliği azaltan, açık yürekli olmaktan uzaklaştıran ve verimliliği düşüren, düzenlilik, eksiksizlik, düşüncelerini ve kişilerarası ilişkilerini denetim altında tutma uğraşlarıyla giden yaygın bir örüntü: 

1. Yapılan etkinliğin başlıca amacını gözden kaçıracak denli ayrıntılar, kurallar, sıralama, düzen, örgütleme ya da tasarlamayla uğraşıp durur. 

2. İşin bitirilmesini güçleştirecek denli eksiksiz yapma uğraşı içindedir (örn. kendisine özgü aşırı katı ölçüler karşılanmadığı için bir tasarıyı tamamlayamaz). 

3. Boş zaman etkinliklerini (eğlenme-dinlenme uğraşlarını) ve arkadaşlıklarını dışlayacak denli kendine işe ve üretken olmaya verir (açık parasal gereksinim ile açıklanamaz). 

4. Aşırı doğrucudur, duyunçludur (vicdanlıdır) ve erdem, aktöre (ahlâk) ya da değerler konusunda hiç esneklik göstermez (kültürel ya da dinsel özdeşim ile açıklanamaz). 

5. Özel bir değeri olmasa bile, eskimiş, yıpranmış ya da değersiz nesneleri elden çıkaramaz. 

6. Başkalarının tam kendisinin yapacağı gibi yapacaklarına inanmadıkça, görev dağılımı ya da işbirliği yapma konusunda isteksizlik gösterir. 

7. Hem kendisi, hem de başkaları için çok eli sıkıdır (pintidir); parayı, başa gelebilecek korkunç durumlar için biriktirilmesi gereken bir nesne olarak görür. 

8. Hiç esnemez (katıdır) ve hep ayak direr (inatçıdır).

    1. BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU

DSM V’e göre aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, boyun eğici ve yapışkan davranışlara ve ayrılma korkularına yol açan, ilgilenilme gereksinmesi ile giden yaygın bir örüntü: 

1. Başkalarından çok öğüt ve güvence almadıkça gündelik kararlarını vermekte güçlük çeker. 

2. Yaşamının çoğu önemli alanında, kendisinin yerine başkalarının sorumluluk almasına gereksinir. 

3. Desteklerini çekecekleri ya da kabul görmeyeceği korkusuyla, başkalarıyla aynı görüşte olmadığını söylemekte güçlük çeker. 

4. Kendi başına bir işe girişmekte ya da bir iş yapmakta güçlük çeker (isteğinin ya da yapacak gücünün olmadığından çok kendi yargılarına güvenmediğinden ya da yapabileceğine inanmadığından). 

5. Başkalarından bakım ve destek sağlayabilmek için, hoş olmayan işleri yapmaya gönüllü olmaya dek giden ölçüde aşırı uçlara gider. 

6. Kendisine bakamayacağına ilişkin aşırı korkulan yüzünden, tek başına kaldığında kendisini rahatsız ya da çaresiz hisseder. 

7. Yakın bir ilişkisi sonlandığında, bir bakım ve destek kaynağı olarak, ivedilikle başka bir ilişki arayışı içine girer. 

8. Kendi kendine bakmak durumunda bırakılacağı korkularıyla, gerçekçi olmayan bir biçimde uğraşır durur.

 

  1. YEME BOZUKLUKLARI
    1. ANOREKSİYA NERVOZA

Daha çok kadınlarda görülen anoreksiya nervoza durumunda kişilerde çarpık bir beden algısı vardır. Ne kadar zayıflarsa zayıflasın yeterince zayıf değilmiş gibi hisseder. Mükemmelliyetçi kişilerde veya bedeni ile ilgili bir işte çalışan kişilerde (oyunculuk, mankenlik gibi), kimlik problemleri ve kontrolcü ebeveynleri olanlarda daha sık görülür. Kişi zayıflama ve diyet mevzularıyla zihnini çok fazla meşgul eder ve bazen hayatını bunun üzerine kurar. Kendisini yemek konularında çok fazla kısıtlar. Bu bazen ters tepkiye yol açabilir ve sonuçta kişi bu durumu geri almak istediği için kusma veya ilaç kullanma yöntemlerine başvurabilir.

Bu kişilerin çocukluklarında ödipal sorunlar olduğuna dair ve kadınsılıktan uzak olmak için bilinçdışı olarak böyle bir savunma kullandıklarına dair psikodinamik yorumlar mevcuttur.

DSM V’e göre 

1. Gereksinimlere göre erke (enerji) alimim kısıtlama tutumu, kişinin yaşı, cinsiyeti, gelişimsel olarak izlediği yol ve beden sağlığı bağlamında belirgin bir biçimde düşük bir vücut ağırlığının olmasına yol açar. Belirgin bir biçimde düşük vücut ağırlığı, olağan en düşüğün altında ya da çocuklar ve gençler için beklenen en düşüğün altında olarak tanımlanır.

2. Kilo almaktan ya da şişmanlamaktan çok korkma ya da belirgin bir biçimde düşük vücut ağırlığında olmasına karşın kilo almayı güçleştiren sürekli davranışlarda bulunma. 

3. Kişinin vücut ağırlığını ya da biçimini nasıl algıladığıyla ilgili bir bozukluk vardır, kişi, kendini değerlendirirken vücut ağırlığı ve biçimine yersiz bir önem yükler ya da o sıradaki düşük vücut ağırlığının önemini hiçbir zaman kavrayamaz.

 

    1. BULİMİYA NERVOZA

Anoreksiya nervozadan daha sık görülen bu durumda kişi çeşitli nedenlerle duygusal bir gerilim hissederek ağır yeme atakları yaşar. Bu ataklardan sonra kendisini suçlu hisseden, utanan ve kendisine öfkelenen kişi çeşitli şekillerde (kusma veya müshil gibi) bu durumu geri almaya çalışabilir.

Depresyona yatkın olan bu kişilerin kilosu anoreksiya hastalarına nazaran daha fazladır.

DSM V’te yineleyici tıkınırcasına yeme dönemleri olarak tanımlanır. Bir tıkınırcasına yeme dönemi aşağıdakierin her ikisi ile belirlidir: 

1. Benzer koşullarda, benzer sürede, çoğu kişinin yiyebileceğinden açıkça daha çok yiyeceği, ayrı bir zaman biriminde (örn. herhangi iki saatlik bir sürede) yeme. 

2. Bu dönem sırasında yemek yemeyle ilgili denetiminin kalktığı duyumunun olması (örn. kişinin yemek yemeyi durduramadığı duygusu, ne ya da ne denli yediğini denetleyemediği duygusu) 

    1. TIKANIRCASINA YEME BOZUKLUĞU

DSM V bu durumu şöyle tanımlamıştır: 

A. Yineleyici tıkınırcasına yeme dönemleri. Bir tıkınırcasına yeme dönemi aşağıdakilerin her ikisi ile belirlidir: 

1. Benzer koşullarda, benzer sürede, çoğu kişinin yiyebileceğinden açıkça daha çok yiyeceği, ayrı bir zaman biriminde (örn. herhangi iki saatlik bir sürede) yeme. 

2. Bu dönem sırasında, yemek yemeyle ilgili denetiminin kalktığı duyumunun olması (örn. kişinin yemek yemeyi durduramadığı duygusu, ne ya da ne denli yediğini denetleyemediği duygusu) 

B. Tıkınırcasına yeme dönemlerine aşağıdakilerden üçü (ya da daha çoğu) eşlik eder: 

1. Olağandan çok daha hızlı yeme. 

2. Rahatsızlık verecek düzeyde tokluk hissedene dek yeme. 

3. Bedensel açlık duymuyorken aşırı ölçülerde yeme. 

4. Ne denli yediğinden utandığı için kendi başına yeme. 

5. Daha sonra kendinden tiksinme, çökkünlük yaşama ya da büyük bir suçluluk duyma.

C. Tıkınırcasına yeme ile ilgili olarak belirgin bir sıkıntı duyulur. 

D. Bu tıkınırcasına yeme davranışları, ortalama, üç ay içinde, en az haftada bir kez olmuştur. 

E. Tıkınırcasına yemeye, bulimiya nervozada olduğu gibi yineleyen uygunsuz ödünleyici davranışlar eşlik etmez ve tıkınırcasına yeme, yalnızca bulimiya nervoza ya da anoreksiya nervozanın gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır.

 

  1. YAS SÜRESİ

Sevdiğimiz birinin ölümü, bir ilişkinin bitişi gibi ayrılık durumlarından sonra yas tutarız. Yas süreci bir çeşit kabullenme ve adaptasyon sürecidir. Her kaybın yasının tutulması gerekir. Yası tutulmayan kayıplar kişinin bilinçdışında aynı ilk günkü gibi saklı kalarak kişinin hayatı boyunca bir hayalet misali kişiyi rahatsız eder. Normal bir yas süreci ortalama 6-7 ay sürerken, çok yakınların kaybı 2 sene civarı sürebilir. Evlat kaybı gibi bazı komplike yas süreçleri ise bütün bir ömür sürebilir. Ölüm veya ayrılık şekli gibi farklı değişkenler önem taşır.

Kişi kayıp yaşadıktan sonra ilk önce bu kaybın olduğuna inanmayarak inkâr eder. Mesela, ölen kişi hiç ölmemiş gibi tavır takınabilir. İnkâr sürecinden sonra öfke süreci gelir. Kişi ölen yakını kendisini bırakıp gittiği için öncelikle ona öfkelenir. Zaman içerisinde bu öfke kişinin kendisine döner ve kişi kendi kendisine öfkelenerek suçluluk hissedebilir. Daha sonra pazarlık aşaması gelir. İlişki bitmişse kişi eski partneriyle, ölen bir yakını varsa ise Tanrı ile bir çeşit pazarlık çabasına girer. Bütün bunlardan sonra kişi artık kaybını kabullenip acısını yaşar. Bu süreç oldukça acı verici olmakla beraber zaman içerisinde acı azalacak ve tatlı bir anı olarak zihne yerleşecektir.

Bireyler gibi toplumların da yas tutma süreçleri vardır. Bunlar da çeşitli kültürel ritüellerle olur.

 

  1. DEPRESYON

Zaman zaman hepimiz mutsuz, neşesiz, hayattan zevk almaz halde olabiliriz. Bu durumlarda “depresifim” kelimesini çok kullanırız. Bilimsel olarak depresyon,  kişinin en az iki hafta süresince belirgin bir çökkünlük, mutsuzluk,  isteksizlik halidir.  

Depresyonu tanımlayabilecek en temel unsurlar şunlardır;

-Hemen her gün yorgunluk hissi ve enerjisiz hissetme

-Daha önce yaptığı aktivitelerden zevk alamama

-Çok fazla uyuma ya da hiç uyuyamama

-Çok fazla yemek yeme ya da iştahsızlık

-Konsantrasyon bozukluğu ve kararsızlık

-Tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri

-Öfke patlamaları ya da çabuk sinirlenme

 

Depresyonu tetikleyen bazı yaşam olayları olabilir;

Ölüm, boşanma, ayrılık gibi sevdiğini kaybetme,

Sosyal izolasyon yaşama; sevdiklerinden uzun süreli ayrı kalma,

Yaşamda büyük değişiklikler, mezuniyet, taşınma, emeklilik vs

İş yerinde mobbing ya da çatışma yaşama

Fiziksel, cinsel, duygusal istismar yaşama

Kişi, bu ve buna benzer değişimler yaşadığında bazen bu değişimlere ayak uyduramaz ve zamanla artarak kendini gösteren depresif bir sürece girebilir. 

Ne var ki, bu depresif süreç 6 aydan fazla bir süredir devam ediyorsa buna “majör depresyon” denir. Ve psikiyatriye yönlendirme yapılmalıdır.

  1. ANKSİYETE BOZUKLUKLARI VE FOBİLER

Anksiyete, fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği kontrol dışı ve nedensiz bir aşırı korku halidir. Normal kaygı, kişiyi tehlikelere karşı uyarma ve harekete geçme konusunda işlevseldir. Ancak, kaygı bozukluğu dediğimiz durum, kişinin günlük yaşamını ve işleyişini bozan bir psikolojik hastalıktır. Anksiyete bozukluğunun birkaç alt dalı vardır. Bunlar ;

    1. ÖZGÜL FOBİ: belirli bir nesne ya da durumla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma durumudur örneğin, kedi-köpek fobisi, dişçi fobisi- uçuş fobisi, yükseklik fobisi. Kişi, kaygı oluşturan durum ya da nesneden kaçınır.
    2. SOSYAL FOBİ: toplum içerisinde bulunma ya da konuşma durumlarında kişinin kaçınması ve kaygı duyması halidir. Bu tür kişiler çoğunlukla toplum içinde küçük düşeceklerini ya da utanç duyacaklarını düşünürler.
    3. PANİK BOZUKLUĞU: çarpıntı, terleme, titreme, nefes daralması, göğüs ağrısı, ölüm korkusu ve çıldırma korkusu ile eşlik eden yineleyen ataklar ile en az 1 ay süre ile devam eden durumlardır. Kişi genellikle atağı nerede yaşadıysa oradan kaçınır, tekrar orada atak yaşayacağı düşüncesi ile o ortamlardan uzaklaşır. Zamanında tedavi edilmezse kişinin iş ve özel hayatını büyük oranda etkileyebilir
    4. PANİK ATAK: Birden yoğun bir korku ya da içsel sıkıntı ile başlayan ve dakikalar sürerek kişinin çarpıntı, göğüs daralması, titreme, bulantı ya da karın ağrısı yaşayarak kaygısını kontrol edememesi ve öleceğini ya da çıldıracağını düşünmesi durumudur. 
    5. AGORAFOBİ: 6 ay ya da daha uzun süre ile kişinin toplu taşıma araçlarını kullanamaması, açık yerlerde bulunamaması, mağaza, tiyatro gibi kapalı yerlerde bulunamaması ve evin dışına tek çıkamaması gibi durumlarda hissettiği yoğun endişe ve korku halidir.  Kişi, bu tür ortamlardan kaçınarak özel yaşamındaki ilişkileri ile de yoğun sorunlar yaşayabilmektedir.
    6. YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU: En az 6 aylık bir süreçte bir takım olaylar ve etkinliklerle ilgili olarak kişinin duyduğu aşırı korku ve endişe halidir. Kişi, kuruntularını kontrol altına alamaz, hep en olumsuzunu düşünür. Örneğin, işyerinde başarılı olamadığını düşünen birinin, patronun onu bir gün işten atacağını hayal ederek her gün bu şekilde işe gitmesi ve sürekli gergin hissetmesi ve patronun her davranışını olumsuz yorumlaması gibi.
    7. OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK: Obsesyon; istemeden gelen, yineleyici, sürekli düşüncelerdir. Obsesyon; kişinin obsesyonları baskılamak için tekrar tekrar yaptığı davranışlardır. Tekrar tekrar el yıkama, yoldaki çizgilere basmama, sözcükleri yineleme, sayı sayma gibi. Kişi, obsesyonları yapmazsa rahat hissedemez ve bununla baş edemez.
    8. TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU: Kişinin başına gelen doğrudan ya da tanıok olduğu, kişinin fiziksel ve duygusal bütünlüğüne tehdit olarak algılanan örseleyici yaşam olayından sonra kişinin içinde bulunduğu psikolojik durum.  TSSB durumunda, kişide travmatik olayı ya da durumu hatırlatıcı şeylerden kaçınma davranışları, kabuslar, yeniden yaşantılama, belirgin fizyolojik tepkiler gösterme, unutkanlık, dünyaya karşı olumsuz bilişler (ben kötüyüm, kimseye güvenilmez gibi), başkalarından yabancılaşma, mutsuzluk, suçluluk, bazen sinirlilik hali gibi belirtiler görülür. 
  1. ÖFKE KONTROLÜ

Günlük hayatta sinirimizi bozan birçok olay ve durumla karşılaşırız. İş yerinde yaşadığımız problemler, aile içi anlaşmazlıklar, trafikte kural ihlalleri, arkadaş sorunları gibi.. Bir takım insanlar bu gibi durumlarda sağlıklı ve işlevsel tepkiler vererek çözüm odaklı davranabilirken, bazı insanlar ise öfkelerini bağırarak, hakaret/küfür ederek, eşyaları fırlatarak/kırarak tepki verirler ve böylece kendilerine ve çevrelerine zarar verirler. Ayrıca, var olan sorun çözülmemiş, hatta artarak devam etmiş olur çoğu zaman. 

Öfkelendiğimizde vücudumuzda da bazı değişiklikler olur; kan basıncı artar, kalp atışları hızlanır, vücutta aşırı stres ve gerginlik olur. Bu yüzden öfkeyi kontrol etmek için kişilere relaksasyon (gevşeme) egzersizleri önerilir. Örneğin önce o ortamdan uzaklaşarak derin nefes alma ve ilgiyi başka yöne dağıtma gibi. 

Çocukluk çağında fiziksel şiddete maruz kalmış ya da tanık olmuş kişilerde öfke kontrolsüzlüğü daha çok görülebilmektedir. Çocukken babanın anneye uyguladığı şiddeti görerek diğer ebeveynin buna seyirci ya da ilgisiz kalması çocukluktan itibaren bireyde öfke (agresyon) birikmesine neden olur. Ayrıca, çocukluğunda cinsel tacize maruz kalmış kişilerin de yetişkinlikte öfke kontrolsüzlüğü yaşadığını görmekteyiz. Bunlar dışında, yetiştirilme tarzı ve aile içi ilişki modeli bireyin ileriki yaşamında öfke kontrolü problemi yaşayıp yaşamayacağını etkileyen önemli unsurlardandır. 

 

  1. İLETİŞİM PROBLEMLERİ

İletişim problemleri kişinin hem sosyal ilişkilerini hem de ailevi ilişkilerini olumsuz etkiler. İletişim problemleri olan ilişkilerde kişiler birbirlerini anlayamaz ve kendilerini düzgün ifade edemezler. 

Bazen kişinin söylediği söz ile aslında kastettiği aynı şey olmayabilir. Dolayısıyla kişiyi sadece söylediği ile değil, tavrıyla da değerlendirmek gerekir. Öte yandan kişinin kendisinin de kendisini düzgün ifade edebilmesi elzemdir. Örneğin, kocasını özleyen bir kadın kocası eve girer girmez “Nerede kaldın?!” deyip onu yargıladığı zaman (aslında özlediğini ifade etmek istiyor) kocasından olumlu bir tepki alamayabilir. Bazen çekingenlikten, gururdan veya başka sebeplerden kendimizi ifade etmeden karşımızdakinin bizi anlamasını bekleriz. Bu beklenti çoğu zaman gerçek dışıdır. 

Kişinin karşısındakileri nasıl dinlediği iletişim konusunda çok önemlidir. Karşısındaki konuşurken başka şeyler düşünen, kafasında ona ne söyleyeceğini tasarlayan kişiler sağlıklı bir şekilde dinlemiyor demektir. Kişi dinlerken kendisini karşısındakinin ne söylediğini anlamaya vermelidir. Eğer ne anladığı ile alakalı bir-iki cümle kurarsa karşısındaki kendisini anlaşılmış hissedecektir. 

İletişimde karşıdakini yargılama, eleştirme, öğüt verme, karşıdakine önyargılı yaklaşma, onun aklını okuma gibi durumlar iletişimi baltalayabilir.

 

  1. ERTELEME SORUNU

Günümüzde birçok insanın başına gelen bir problem sürekli erteleme… Yapılacaklar listesi yapmak, saatleri hesaplamak vs ama bir türlü işin başına oturamamak… 

İşlerini erteleyen insanlar işlerini gözlerinde çok büyütüp, kendileri de bu yükün altında ezilirler. Genellikle mükemmelliyetçi olan bu kişiler mükemmel bir iş başaramamaktan korkup bilinçdışı olarak işe hiç girmemeyi tercih edebilirler. Bu durum onların kendi kendilerine öfkelenmesine ve suçluluk duymasına yol açar. Suçlu hisseden kişi içinde yoğun bir gerilim barındırır ve bu gerilimden kurtulmak için çeşitli eyleme vurmalar olabilir (aşırı yemek gibi).

Sürekli erteleyen kişiler hayatta potansiyelleri olmasına rağmen bunları gerçekleştiremezler. Bu durum bir sarmal haline gelip onların özgüvenini zedeler. Kendilerine güvenlerini kaybedip sosyal ortamlardan da uzaklaşıp yalnız kalmak isteyebilirler.

Bu kişilerin bazılarında pasif-agresif bir yapı olabilir ve emir almayı ve zorunluluk durumlarını sevmeyebilirler. Erteledikleri şeyleri gerçekten yapmak istemiyor olabilirler.

 

  1. KENDİNİ TANIMA, SEVME, KİŞİSEL GELİŞİM

Her bebek doğduğunda annesinin sevgisine ihtiyaç duyar. Annesinin gözlerinden sevgi ifadesi aldıkça kendisini sevmeyi öğrenecektir. Kendisini seven ve primer narsisist olan bebek, büyüdükçe aslında mükemmel olmadığını, eksiklikleri olduğunu ve iyisiyle kötüsüyle insanlardan bir insan olduğunu anlayacaktır. Eğer ailesi kendisini koşulsuz sevdiyse ve gerekli yerlerde sınırlar koyduysa çocuk yetişkinliğinde de kendisini patolojik bir narsisizm e kaçmadan sevmeyi bilir. 

Yine ebeveynler çocuğun erken dönem girişimlerini desteklerse ve çocuğu utandırmazsa çok büyük ihtimalle çocuk yetişkinliğinde de cesaretli ve girişimci bir ruha sahip olacaktır.

Ne yazık ki günümüzde birçok insan özgüven eksikliği yaşamakta ve hedeflerini kendini tanıyarak seçmemektedir. Lise döneminden sonraki meslek seçimlerinde çevrenin etkisi çok yoğun olmakla birlikte kişi kendisini ait hissetmediği ve mutlu olmadığı ortamlarda bulmaktadır.

Kişinin kendisini sevmesiyle birlikte kendini tanıması ve geliştirmesi için hiçbir zaman geç değildir. 

 

  1. İŞ YERİ STRESİ VE MOBBING

Çalışan bireylerin birçoğu işyeri ortamında stres yaşadığından söz etmektedir. Stres sonucu kişinin biyolojik ve ruhsal dengesi bozulur. İşyeri stresini kişinin kendi ruhsal yapısı da etkileyebilirken, iş yükü, çalışma arkadaşları ile ilişkileri, çalışma saatleri de etkiler. Kişi eğer adaletsiz bir ortamda çalıştığını ve hak ettiğinden az kazandığını düşünüyor ise kendini işe tam anlamıyla veremez.

Bazı işyerlerinin çalışanlarında işyeri stresini azaltmak amacıyla esnek çalışma saatleri veya işyeri psikoloğu bulundurmak gibi çeşitli uygulamaları vardır. 

Türk Dil Kurumu’na göre mobbing iş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürmedir. Mobbing yaşayan kişiler buna göz yummamalı gerekirse yasal yollara başvurmalıdır.

 

  1. HİPOKONDRİYAZİS (HASTALIK HASTALIĞI)

Sürekli bedenleriyle meşgul olan bu kişiler sık sık hastalıkları olduğu ile ilgili paniğe kapılıp doktora giderler. Tahlilleri temiz çıkmasına rağmen tatmin olmayıp, doktorun yanıldığını düşünebilirler. Bu kişiler bu tavırları ile ilişkide bulundukları kişileri oldukça yorar. Bir ilaç aldıklarında prospektüsünü ayrıntılı bir şekilde okurlar. Bedenleriyle ilgili her uyarana karşı çok duyarlıdırlar. Bu kişilerin çoğu depresyona meyillidir ve yine büyük çoğunluğunda anksiyete bozuklukları görülebilir.

Mükemmeliyetçi ve takıntılı insanlarda daha sık görülür.

DSM V’e göre

A. Ağır bir hastalığı olduğunu ya da olacağını düşünüp durma. 

B. Bedensel belirti yoktur ya da varsa bile ağır değildir. Başka bir hastalık durumu varsa ya da bir hastalık durumu çıkma olasılığı yüksekse (örn. güçlü bir aile öyküsü varsa), bu konuda düşünüp durma açıkça aşırı bir düzeydedir ya da orantısızdır. 

C. Sağlıkla ilgili yüksek düzeyde bir kaygı vardır ve kişi, kişisel sağlık durumuyla ilgili olarak kolaylıkla korkuya kapılır. D. Kişinin sağlıklı ilgili davranışlarında aşırılıklar görülür (örn. hastalık bulguları için vücudunu sık sık tarar) ya da uygunsuz bir kaçınma içindedir (örn. doktora gitmekten ve hastanelerden kaçınır). 

E. Hastalıkla uğraşıp durma süresi en az altı aydır, ancak korkulan özgül hastalık bu süre içinde değişebilir. 

F. Hastalıkla ilgili düşünüp durma, bedensel belirti bozukluğu, panik bozukluğu, yaygın kaygı bozukluğu, bedensel algı bozukluğu, takıntı-zorlantı bozukluğu ya da sanrılı bozukluk, bedensel tür gibi başka bir ruhsal hastalıkla daha iyi açıklanamaz.

 

  1. İLİŞKİ PROBLEMLERİ

Boşanmaların, ayrılıkların ve kısa süreli ilişkilerin arttığı günümüz dünyasında uzun-süreli ilişkiler kurmak hayli zorlaştı. Oysa sağlıklı ruhsal yapıdaki bir insan rahatlıkla uzun-süreli ilişkiler yürütebilir. 

İlişki problemlerinin nedenlerinden bazıları: iletişim hataları, bireylerin bireysel patolojileri, üçüncü şahısların ilişkiye müdahale etmesi, kültürel farklılıklar, sadakatsizlik, yalan söyleme, aşırı kıskançlık, güvensizlik, maddi sorunlar.

Hayatımızdaki birincil derecede yakınlarımızla kurduğumuz ilişki psikolojik ve fizyolojik sağlığımız açısından oldukça önemlidir. Bu ilişkiler, kişiyi daha sağlıklı ya da sağlıksız yapabilir, sağlığını koruyabilir. Ebeveyn ilişkisi, eş ilişkileri, anne-baba, kayınpeder-kayınvalide ilişkileri en önemli olanlarıdır. Bu tür yakın ilişkilerde sınır tanımaz şekilde yakın davranma ya da boşlama gibi sebepler en sık rastlanan problemler arasındadır. Burada kültürel, yöresel ve toplumsal etkenlerin varlığı da yadsınamaz niteliktedir.

  1. ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ

Her insanın doğuştan bir mizacı vardır. Bazı insanlar daha dışadönük, bazı insanlar ise daha içedönük olurlar. Bu durum ile özgüven eksikliğini karıştırmamak gerekir. Özgüven eksikliği olan kişiler kendilerinin değersiz ve yetersiz olduğunu düşünebilir, kendilerini ifade etmekte zorlanabilir, yeteneklerini sergilemekte çekingen davrandıkları için çoğu zaman geri planda kalırlar. Karar vermekte zorlanan bu kişiler, kalabalık ortamlarda söz almaktan kaçınırlar. İlişkilerinde çoğu zaman uyum sağlamak zorunda kalırlar ve hayır demekte çok zorlanırlar.

Özgüven eksikliği bir kişilik bozukluğunun belirtisi olabileceği gibi geçmiş travmalardan kaynaklanan bir durum da olabilir. Örneğin, erken dönemde ailesi veya sosyal çevresi tarafından söz hakkı verilmemiş, aşağılanmış bir kişide özgüven eksikliği olma ihtimali daha yüksektir.