Yazılarımız

NEDEN YALNIZIM?

Uzm. Rüveyda Çelenk Yılmaz

30lu yaşlarında iş hayatında başarıyı yakalamış bir danışanım bana soruyor:  “Biz neden yalnızız?”

Danışanımın biz dediği insanlar 30lu yaşlarında, iş hayatlarında kendilerini kabullendirmiş, uzun süreli kariyer hedeflerinin ve yoğun çalışmalarının karşılığını alıp mevkii ve saygınlık kazanmış; ancak kültürel normlar içerisinde özel hayatlarında başarısız olmuş kadınlar… Toplumumuzda,  özel hayatında başarılı kadın demek uzun süreli romantik ilişki yaşayabilmiş, zamanı gelince bunu evliliğe dönüştürebilmiş, hem evliliğini sağlıklı bir şekilde yürütmüş hem de ilişkinin meyvelerini almış, yani çocuk sahibi olmuş kadınlardır. Bu tanımlama toplumumuzun gereksinimlerine paralel olarak yüzyıllarla ifade edilen bir sürede şekillenmiş genel bir kabul. Diğer bir deyişle toplumun dişi bireylerine biçtiği rol… İşte danışanımın sorduğu sorunun cevaplarının birisi bu…

Kadına şematik olarak bir rol biçilmiş halde ve bu rolün daha çok erkeğe layık görülen başarılı olmak, takdir kazanmak ve lider olmak rolleriyle birlikte tanımlanması eril ve dişi rolleri birbirine karıştırıyor. Bu da başarılı kadının içsel dünyasında çoğu zaman bir karmaşaya sebep oluyor. Kendi kendine yeten kadın, kadınsı rolleri geride bırakmayı tercih edebiliyor. Yani yalnız olmaktan yakınan kadın aslında kendi tercihinin bir sonucunu yaşıyor.

Aynı konuya ilişkinin diğer tarafından bakmakta da fayda var. Yaptığı tercihle birlikte toplumdaki ve aile içindeki rolü hızla değişen kadın klasik erkek için çekici olmaktan uzaklaşıyor. Klasik erkeğin romantik ilişkiye gireceği kadında aradığı şeyler çekicilik, şefkat, bakımlılık ve evde dinamizm. Kadının hem işinde başarılı olup hem de bu özelliklere sahip olması zor. Hayat enerjisinin büyük kısmını başarılı olmak adına kariyeri için harcayan kadının romantik ilişkiyi yaşadığı adama sunacak sabrı ve dinamizmi kalmıyor. Öte yandan erkek kadını kapsayabilmek ve koruyabilmek istiyor. Ancak yine başarılı kadın -güçlü olmasa bile- öylesine güçlü duruyor ki erkek onu kapsayıp korumayı “haddini aşmak” gibi görüyor ve romantik ilişki eşiğini geçmekten çekiniyor.

Tabii ki bir de tercihi dışında yalnızlığa mecbur kalan başarılı kadınlar var. Onlar için durum biraz daha karmaşık. Hepimizin çocukluğumuzda ebeveynlerimizle yaşadığımız duygusal ilişkiler daha sonraki hayatımızdaki ilişkilerimize temel oluşturur. Teknik olarak konuşmak gerekirse sağlıklı bir romantik ilişki yaşayabilmek için çocukluğumuzda annemizle güvenli bağlanma ve ayrışma-bireyleşme süreçlerini olumlu bir şekilde tamamlamamız gerekir. Maalesef toplumumuzda bunu başarabilen az sayıda şanslı insan var. Kültürel dinamiklerimiz (korumacı veya yapışmacı ebeveynler, mağduriyetiyle çocuğu kendine bağlayan ebeveynler vb.) çoğu zaman buna müsaade etmez. Ve enteresandır ki bazen bu durum bireyin iş hayatındaki başarısını körükleyebilir. Ancak çocuklukta anneyle güvenli bağlanma kuramayan kişiler reddedilme korkusu yaşadıkları için -bir tedbir olarak- düzenli romantik ilişkilerden kaçınırlar ve Karşıma hiç düzgün biri çıkmıyor ki!” “Kimse beni anlamıyor!” gibi yoğun savunma mekanizmaları kullanırlar. Bu durum onları romantik ilişki bakımından çaresizlik duygusuyla kuşatır ve kendi kendini gerçekleştiren kehanet kişiyi yalnız kılar.

Buna benzer bir istemsiz yalnızlık mükemmeliyetçi kişilerde de ortaya çıkabilir. Deneyimlerime göre 30lu yaşlarında başarılı kadınların çoğu idealist ve mükemmeliyetçi bir yapıya sahip. Böyle kadınların çocukluğunda çoğunlukla kuralcı ve çocuklarını oldukları gibi kabullenmeyen ebeveynler olur. Böyle yetiştirilen bireylerde ideal olanı yaparsa değerli olacakları ön kabulü vardır. Başarılı ve yalnız olan mükemmeliyetçi kadınlardan “Doğru kişiyi (mükemmel) beklemeliyim.” “Tam olmayacaksa hiç olmasın daha iyi.” gibi cümleler duyabilirsiniz.

Tüm bunlardan sonra şunu da bilmekte fayda var; istemli ya da istemsiz bir yalnızlık kader değildir. Gerçekten istenildiği zaman tercihler de değiştirilebilir, çocukluktan gelen çekinceler de giderilebilir. Yalnızlık bir mecburiyet değildir.